Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler

Ant İçmek Ya Da İçmemek: Karar Kime Aittir?

İçindekiler

Ant İçmek Ya Da İçmemek: Karar Kime Aittir?

Çocuk kime aittir? Toplumun bir çocuğa neler yapma hakkı vardır? Toplum ne kadar ileri gidebilir? Çocuk toplumun ona istediği her şeyi boca edebileceği boş bir kap mıdır?

Çocuk kimseye ait değildir. Çocuk kendi geleceğine aittir. Çocuk sadece kendi özünde zaten sahip olduğu potansiyeline bir şeyler borçludur. Toplumun görevi ve işlevi çocuğun sahip olduğu potansiyeli ortaya çıkarmada sorumlu olmak kadardır, çocuğun kendisine rağmen bir şeyleri onun bünyesine tıkıştırmak değil!

Siyasal tartışmaların ötesinde, pedagojik açıdan ant içme olayına biraz daha dikkatlice bakmaya ne dersiniz? Çünkü bana kalırsa Türkiye’deki her taşın altından çıkan yılan buradaki yaklaşımın farklı yansımalarıdır. Ve istisnasız her ideolojinin iktidara geldiğinde aslında az ya da çok, şu ya da böyle başvurduğu bir şeydir.

Ant içmek ne demektir?

İnsan kendini adamak istediği bir hedef ya da ilke için ant içer ve kendi kendine bir söz verir.

Normali budur. Yani aklı başında ve ne dediğini, ne istediğini bilen bir yetişkinin vereceği bir karadır ant içmek. Bir şey için kendini adamak.

Yedi yaşında, sekiz-on yaşında bir çocuğun iyiyi kötüyü ayırt edemediği bir yaşta, kendi kararlarını veremediği bir yaşta yapabileceği bir şey değildir.

Şu an yaşanan ant içme tartışmalarının siyasi ya da hukuki bir tartışmadan çok pedogojik bir düzeyden tartışılması gerekir. Çünkü söz konusu olan çocuklardır. Çocuklar için iyi olan nedir, doğru olan nedir? Bunu düşünen var mı gerçekten?

Ant içmek demek eğer yedi sekiz yaşındaysanız ve her gün tekrar eden bir şeyse ve tüm okul beraber yapılıyorsa sadece kitlesel bir hipnoz demektir.

Şimdi bir sorun kendinize: Çocuklarınıza kendi tercihiniz olmadan birisi kalkıp hipnoz yaparak onun bilinçaltına bazı fikirler yerleştireceğim dese izin verir misiniz?

Bir toplu Hipnoz seansından enstantane…

Normal koşullarda hiçbir anne baba çocuğunun özgür bir vicdanının olması ve büyüyüp kendi aklı ve bilinciyle neyin doğru olduğuna karar vermesi gerektiğini savunur. Ancak biriler bizim çocuklarımızın vicdanına müdahale etmek için olur olmadık kararlar verirken kılımız bile kıpırdamıyor.

Çünkü şu an çocuklarımız adına alınacak bu kararı pasif biçimde izleyen bizler de bu tornalama sürecinden geçtik ve akıllarımız ve vicdanlarımız her gün bu andı içerek uyutulduğu için de bize bu müdahaleler normal geliyor!

Küçücük çocuklara saygısızlık yapıyoruz. Onlara her gün olur olmaz ideolojik saçmalıkları okulda ders adı altında hakikatlermiş gibi yutturmamız yetmiyor gibi bir de 30’lu yılların faşist atmosferinde ortaya çıkmış bir metni her sabah ezberden okutmayı 21. Yüzyıl insanı yetiştirmekle bağdaştırmayı beceriyoruz.

İnsan nedir? Tornada şekillendirilip belirli bir ölçüye getirilmesi gereken fazlalıklara sahip bir odun mudur? Yetişmekte olan savunmasız bir insanı alıp kendisine hiç danışmadan belirli bir şeyi sevip onu kendi özgür iradesine ve vicdanına rağmen benimsemesini hatta hayatını ne olduğu belirsiz ulu amaçlara adaması gereken bir araca indirgeyebilir misiniz? Varlığını milletine adaması gereken bir armağana dönüştürebilir misiniz?

Buradaki temel mesele kimin kime ne verdiği ve karşılığında ne aldığıdır.

Toplum insana varlığını vermediğine göre ondan bunu talep edemez. İnsanın varlığı varoluştan gelir (Allah da, Tanrı da diyebilirsiniz meşrebinize göre). Ne annesi ne babası ne de toplumu insanın varlığını ona bahşetmiştir.

Çocuk varoluşa aittir. Anne baba denilen kişiler daha çok ilahi varlığın kapısı gibidir. Anne baba birer geçit gibidir. Oradan geçip gittiğinde anlamlıdır. Toplum da öyledir. Bireye saygı duyup desteklediği sürece var olması anlamlı olan bir insan yapımı oluşumdur.

Varoluşsal değildir toplum. İnsan bir toplumu beğenmezse başka bir toplumda yaşayabilir. Ya da toplum dışında varlığını sürdürebilir.

Bir bebeği alıp onu anne babasının ait olduğu toplumdan ayrı bir toplumda büyütürseniz var olmayı sürdürecektir.

Bu durumda insanın toplumla ilişkisi koşullara bağlıdır.

Ve aslında insanın vicdanı zaten kendisine ve ailesine çok şey veren bir topluma bağlı hissedecektir. Bunun için toplumun kendisine bağlı bireylere doğru-düzgün davranması ve desteklemesi yeterlidir.

Bunun için olur olmadık laf kalabalığını tertemiz ve saf bilinçlere aşılamaya çalışmasına hiç gerek yoktur.

İnsan bilince sahip bir varlıktır. Nasıl bir çiçek sadece onu sulayıp güneş almasını sağladığınızda, kendi haline bırakırsanız açacağı gibi insan bilinci de onu özgür bıraktığınızda çiçeklenip açacaktır.

Müdahale edip de onu bir kutunun içine hapsederseniz ve yapay led ışıklar verirseniz açacak olan şey çiçeğin kendi potansiyeli ve doğası olmayacaktır. O çiçeğin kokusu ve renkleri doğal bir canlılığa sahip olmayacaktır, sahte ve yapay bir şey olacaktır.

Neden çiçeklerin açmasına izin veremiyoruz? Neden çiçeklerin kendi kokuları ve güzelliklerine izin vermekten korkuyoruz? Türkiye’deki tüm çiçeklerin sadece belirli bir renge sahip olup, belli sayıda yaprağı olmasına ve kokularının standart olmasına kim katlanabilirdi?

Peki çocuklarımızın farklı fikirler, duygular, öncelikler, algılar ve motivasyonlara sahip olmasından neden korkuyoruz?

Tek tip çocuklarla büyüdüklerinde baş etmek daha kolay olabilir. Ama bu çocuklar ve büyümüş olan bireylerin hayrına değildir. Bu daha çok onları “gütmek” isteyen çobanların tercihidir olsa olsa. Kitleyi tektipleştirirseniz onu kolayca birtakım düğmelerine basarak yönetebilirsiniz.

Bu tarz toplu hipnozları ne kadar erken yaşta herkese uygularsanız yapmış olduğunuz şey belirli bir tetikleyici yani “düğme” yaratmaktır.

Faşistlerin bayıldığı şey budur işte: Herkesi aynı anda harekete geçirecek düğmeler… Bastığında hemen bilinçsiz (daha doğrusu maruz kaldığı yaşlardaki psikolojiye geri dönmek) hale geçirebileceğin bir “toplum”.

Bunun mahsurlarını tartışmak bile istemiyorum: tarihe bakınca bunun acılarını çekmiş milyonlarca insan ve kaderi ortada ayan beyan görünebilir.

Tüm yaratılmış kimliklerinden bağımsız olarak İNSAN için ne önemli bir ona odaklanabilsek hayat çok güzel olacak.

Bunun için hiç müdahale edilmeden kendi kendine oynayan çocuklara baksak ve onların sahip oldukları, bu dünyaya getirdikleri öze saygı duyabilsek onlara yapılan her müdahalenin en büyük günah ve suç olduğunu idrak edebiliriz.

Lütfen artık her türlü ideolojik zırvalıkların ötesinde insanın özünde olanın açığa çıkmasına hizmet edecek bir toplum yaratalım.

İnsan ona öğretilen şeyler değil her öğretilen şeyin asla dokunamadığı ve erişemediği o tatlı ve benzersiz özün kendisidir.

O öz Yaratandan gelir. O öz varoluşun bir armağanıdır. O öz baskılanıp gizlenmemeli, tam aksine ortaya çıkmasına yardım edilip daha doğrusu sadece engel olunmayıp serbest kalması için her düzenleme ve önlem alınmalıdır.

Türkiye maalesef bireylerin Yaratandan getirdikleri o özü saklamak zorunda kalmış insanların yurdudur. Maalesef her eğitim sistemi ve her eğitim yaklaşımı ve uygulaması o özden korkan insanlar tarafından yaratılmıştır.

Bu ant işi de bunun en belirgin ve en keskin olan göstergesidir. Ancak tek sorunumuz bu da değildir. Her ideoloji iktidara geldiğinde kendi eğitim düzenlemelerini topluma dayatmaya çalışmıştır. Güncel örneğe bakacak olursak, laiklik adına yapılan pek çok zorlamalarda mustarip olmuş toplumun dindar kesimi şu an iktidardadır ve bu sefer de 11 yaşındaki çocukları imam hatip okullarında dini inançlar çerçevesinde koşullandırmaktadır. Ve eğitim olanaklarının çoğunu bu tarz okullara aktararak toplumdaki farklı taleplerin önünü kesmeye çalışmaktadır.

Her iki durumda da çocuklar birer araçtır. İster Atatürk’ün ideallerine uygun olsun ister dinin ilkelerine uygun olsun çocuklar bu fikirlerin yahut inançların taşıyıcısı dışında bir şey değildir. Her iki uç da yanlıştır. Kimse gerçekten çocuklar için ne iyidir diye düşünmüyor. Sadece kendi iyi olduğuna kani olduğu şeyi çocuğa aktarma derdinde. Kendi karbon kopyasını yaratma derdinde.

Keşke çocuklara bu hamaset dolu içi boş şeyler yerine mantık, felsefe, sanat, bilim, edebiyat, tartışma becerileri, yabancı diller,  seyahat, spor, din, araştırma becerileri, maneviyat gibi alanlarda sınırsız özgürlük tanınan bir müfredat okutulsa. Yani çocuğun ne almak istediğine ilişkin kademeli olarak artan bir özgürlük çerçevesinde seçme mekanizmaları konulsa. Her çocuğa hem maneviyat, hem sanat, hem matematik, hem fen hem felsefe hem spor olanakları aynı anda verilse. Çocuk elde ettiği verilerle kendi sentezini yaratabilse… Neden ona şunu ya da bunu seçeceksin doğru olan bu deme gereği duyuyoruz. sınırlı bir menü yerine açık büfe sunalım ve canı ne istiyorsa alsın.

Tam bir vicdan ve akıl özgürlüğüne ve dengesine sahip bireyler yetiştirilse. Bana kalırsa bu bir hak olarak anayasaya dahi konulmalıdır. Bu sayede kimsenin insanın özgür vicdanına ve fikir serbestiyetine müdahale edemeyeceği bir eğitim yaratmak zorunlu olsa… Eğitimde özgür seçim ve çeşitlilik anayasal bir hak olmalı. Çocukların onlara verilecek olan eğitim hakkında söz sahibi olmaları bir hak olarak anayasaya konulmalı.

Bu özgürlük ve özgüven ile gelişen bireylerin bu ortamı kendisine sunan topluma büyük bir saygı duymasına ne engel olabilir?

Ant içirmek ve telkinle toplumu hipnotize etmek ve tek bir tıklamayla herkesi harekete geçirmek kolaylığı varken 15 milyon körpe bilinci özgür bırakıp kendi kararlarına saygılı olmak kimsenin kolayına gelmeyecektir.

İnsan kendi serbest vicdanıyla ve aklıyla kendini bir şeye adamalıdır. Ve adadığı şey doğru şekilde yetişmesine izin verilen bir toplumun ondan beklediğiyle çelişmek zorunda değildir. Ve eğer bir çelişki varsa da bunu toplum tolere etmelidir ve belki de yeniliklerin sözcüsü ve işareti olarak alıp oradan çıkacak olan şeyi kendisine mal edebilecek olgunluğa sahip olmalıdır.

Bizi Sosyal Medya Hesaplarımızdan Takip Etmeyi Unutmayın