Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler

Terapiye Daha Geniş Açıdan Yaklaşım

İçindekiler

Terapiye Daha Geniş Açıdan Yaklaşım

Öncelikle terapiye neden ihtiyaç duyulur diye oldukça geniş kapsamlı bir soru sormak gerek.

Terapi sorunları olan insanların ihtiyaç duyduğu bir şey olarak düşünülür genellikle. Dar anlamıyla, evet öyledir. Ancak bedensel değil de psikolojik anlamdaki terapiler söz konusu olduğunda, bizi biz yaptığını sandığımız pek çok şeyin gerçekte ne olduğunu anlama sürecidir bana göre terapi.

Bunu açmak gerek. İnsan psikolojisine ait her şey varlık/yokluk değil azlık/çokluk temeline dayanır. Örneğin, herkes bir anne ve babaya sahiptir ancak bunun seviyesi değişir: Kimisinin anne babası anımsayabildiği kadar geçmişinde hiç yanında olmamıştır, bazılarında belirli bir yaştan sonra kayıptır ve diğerlerindeyse hayatlarından hiç çıkmamışlardır, çıkmaları gerektiği halde… Sorun bir anne babamızın olmaması değildir, önemli olan onların bizimle nasıl bir ilişki kurmuş olduklarıdır. Yanında olsun olmasın kendisiyle sağlıklı ve tatmin edici bir şekilde bir çocuk-ebeveyn ilişkisi kurulmamış bir insanın psikolojisi bundan çok büyük oranda olumsuz etkilenecektir. Birçoğumuzun ise anne-babası yanlarında olmasına rağmen yaşanmamış yahut eksik kalmış  pek şey yüzünden acı çekmekteyiz… Ve kimileri ise artık hayatlarına yapmamaları gerektiği kadar müdahil olan ebeveynlerden azap çekmektedir….

Başka bir örnek vermek gerekirse, önemli olan partnerimizin olup olmamasından çok nasıl bir ilişki yaşadığımızdır. Çok sayıda evli çift birbirlerini hasta edecek şeyler yaparlar ve birbirleriyle ve diğer insanlarla ilişkileri giderek bozulur. Mutsuz olurlar ve mutsuz ederler… İlişki vardır ama sevgi azdır, nefret çoktur. Sorunları da bu yaratır.

Oysa kimi insanlar yalnız yaşamalarına rağmen pek çok insanla gayet seviyeli ve besleyici ilişkiler kurabilirler.

Bazen de ilişkide anlayış azdır ama eleştiri çoktur. Anlayış tamamen yok değildir, arada bir gerçekleşir. Ama miktarı çok çok önemlidir. Anlayış fazlalaştıkça eleştiri yahut saldırı/savunma ihtiyacı azalır… Yahut biz karşımızdakine sevgimizi gösteriyoruzdur ancak bu karşıdaki kişi için yeterli değildir ve bizim onu sevmediğimizi sanır. Sevgi vardır, gösteriliyordur da ancak beklenen/arzu edilen düzeyde değildir ve bunun objektif bir ölçütü yoktur…

Bu sebeple insan söz konusu olduğu sürece her şey görecelidir. Her şey birbiriyle ilişkisi bağlamında anlamlı/anlamsızdır. Bu nedenle psikolojide yahut insan “bilim”lerinde her şey kendi içinde doğru ya da yanlışmış yahut bunlar değişmez doğrularmış gibi davranmak mümkün değildir.

İnsan bilincinin olduğu her alanda kesin doğrular ve yanlışlar söz konusu değildir. Dolayısıyla insan denen varlığın normali yahut anormali diye bir şeyden bahsetmek mümkün değildir.

Bu durumda terapi kavramını en geniş anlamıyla kullanmakta fayda vardır. Aksi taktirde terapi yahut psikolojik tedaviler kliniklere sıkışıp kalacaktır. Ve bu haliyle, ayrımcılık yapmanın bir aracı haline dönüşebilecektir her şeyden evvel. Normal ve normal olmayanı ayırt etmeye çalışan ve anormal olanı düzeltmeye çalışan bir araca dönüşebilir psikoloji ve terapiler şayet bu şekilde yaklaşılırsa.

Aksine terapi insanı daha da yüceltmelidir.  Güçsüzken, seçenekleri kısıtlıyken kişinin maruz kaldığı etkileri, travmaları çözebilmesi için aradan geçen tüm zamana karşın bireylere destek olmalıdır.

O halde terapi onun ne olması gerektiğine ilişkin tüm fikirleri bir kenara bırakıp insana yargılamaksızın bakabilmelidir. Her insanın sadece kendi yaşadıklarını anlamaya, fark etmeye, neden bazı tepkileri belli durumlarda verdiğini görmeye ihtiyacı vardır. Belirli bir kalıba dökülmek yahut “anormal” durumdan “normal” hale getirilmeye değil.

Çocukken önemsiz sandığı bir detay insanın tüm hayatını etkileyebilmektedir. Ve şayet bu etkiler bizim için halen arzu edilen sonuçları vermiyorsa, onlardan özgürleşebilmek için bir şansımızın, seçeneğimizin olmasını isteriz. Ancak bu etki/tepki ilişkisi tamamıyla bizim görüş alanımızın içinde değildir. Biz neden o şekilde hissettiğimizi yahut tepki verdiğimizi, davrandığımızı çoğunlukla bilmeyiz.

Sadece etkiler ve onların sonuçları vardır.

Bu süreçte seçme şansımız yoktur gibi gelir bize. Aynı şeyler hayatımızda devamlı şekilde tekrar eder durur.

Belirli tipte bir erkeğe yahut kadına aşık olup dururuz. Ve sonuçta hep kalbimiz kırılır ama biz gene kalbimizi kıracak birisini buluruz elimizle koymuş gibi!

Yahut çocuğumuza her seferinde bin kere pişman olsak da yeniden ve yeniden bağırırız. Ama sonuç değişmez: Biz yine aynı şeyi yaptığında ona yine kızarız. Sonra da kendimize kızarız ama hiçbir şey değişmez…

Bunun da bir tür delilik olduğunu söyleyenler vardır. Ve aslında eğer biz “aynı şeyleri yapmaya devam ederek farklı sonuçlar beklemek deliliktir” tanımını doğru kabul edecek olursak herhalde hepimiz az ya da çok deliyiz demektir bu.

Yahut tersinden bakarsak şöyle de diyebiliriz: Aynı şeyleri yaparak farklı sonuç beklemek son derece normal bir delilik halidir.

Delilik ve normallik diye bir ayrım yapacağımıza deliliğin zaten normal bir hal olduğunu da varsayabiliriz.

Konuyu bu şekilde ifade edince şöyle bir sonuç çıkartmaya çalıştığım zannedilebilir: Aslında herkes deli olduğundan terapiye herkesin ihtiyacı vardır…

Hayır aslında söylemek istediğim şey tam olarak bunun tersi. Delilik diye bir şey yoktur. Sadece bunun dereceleri vardır. Varlık/yokluk değil azlık/çokluk ilkesi burada da geçerlidir.

Belirli davranışlarımızda ve belirli durumlarda tamamen “deli”yken, hayatın büyük kısmında son derece “aklımız başımızda” olabiliriz. Bizlerin “deli” dediği insanlar ise çoğu davranışlarında “deli” sayılabilecek haldelerken daha az durumda “normal”dirler…

Bu durumda terapi denen sürece ihtiyaç duyduğumuz nokta “delilik” hallerimizin, yani her seferinde aynı şeyi yapıp durmamıza rağmen hala farklı sonuçlar bekleme davranışımızın değiştirilebilmesinde bize şans tanıdığı oranda ihtiyaç duyabiliriz.

Bir düşünürsek bu “delilik” hallerimizin ne kadar sık yaşandığını, her gün ne kadar çok bu durumlardan geçtiğimizi kolayca görebiliriz.

Her Allah’ın günü trafikte strese gireriz ve sinirlerimiz bozulur. Aynı saatte işe yahut eve giderken son on beş yılda aynı şey başımıza gelmiştir ve biz yine de trafik sıkıştığında sanki ilk kez oluyormuş gibi kızarız, strese girer ve öfke içerisinde kendi kendimizi yiyip dururuz…

Yahut her haberleri izlediğimizde ülkenin durumuna üzülür, nasıl her şeyin çözülebileceğine ilişkin analizler yaparız. Hükumetler değişir, zaman değişir, problemler tamamen değişir ve aslında her şey yine aynıdır: Memleketi kurtarmak gerekir… Kimse bu işi çözemez ve bizim çözümlerimiz her seferinde vardır. Ama arka planda memnuniyetsizlik hep bakidir.

Memleket değişse de buraya özgü bir şeyler bizi hep rahatsız etmeye devam edecektir. Ama biz yine de sinirlenir, yine her şeyi eleştirir ve yapılan, yapılmayan her şeyin kötü yanlarını bulup şikayet etmeye devam ederiz….

Bunlar en basit ve en önemsiz olanlardır. Bir de seçtiğimiz insanlara yaptığımız kötü şeyler vardır. Onları kolayca kırarız, onları taktir etmeyiz, onlarla kavga eder ve sürekli dalaşırız…

Sonradan da pişmanlık duyarız.

Ama basit, çok basit bir sebepten hemen onları iğnelemeye, onların canını yakmaya başlar ve tartışmayı alevlendiririz…

Bu ve benzeri şeyleri biz “akıllı” olanlar yaparız.

Oysa bu ve benzeri pek çok normal hayatın ögesi olduğunu sandığımız şey biziz daha büyük potansiyellerin hayata geçmesinde alıkoyar. Her gün binlerce kez aslında bize hizmet etmeye, bizi mutlu kılmayan, çoğaltmayan, zenginleştirmeyen davranışları yapar dururuz ve sonra da hayatın ne kadar sıkıcı, anlamsız, sıradan vs. olduğundan şikayet ederiz.

İşte terapi esasen bu gibi az yoğunluklu “delilikler” için gereklidir.

Yoksa, hayatını sürdürmekte başarılı olamayacak kadar travmatik şeyler yaşayıp bunlarla başa çıkamaz hale düşmüş insanlar için terapi zaten bir zorunluluktur.

Özü itibariyle her insan geçmişte edinmiş olduğu çocukluk stratejileriyle, büyüyüp aradan on yıllar geçmiş olmasına rağmen hala hayatını sürdürmeye çalışır. Oysa o stratejiler büyürken edinilmiş tecrübeleri içermemektedir.

Buna bir örnek vermek gerekiyor bu aşamada: Örneğin kalabalık bir ailede büyüymüş en küçük çocuk hep başkalarının sözünü dinlemek ve onlara riayet etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca diğer altı büyük kardeşin arasında herhangi bir konuda büyük rekabet ve ayakta kalma mücadelesi vermek gerekiyor olabilir.

Bu kişi büyüdüğünde işe girer ve elli kişilik bir satış ekibi içerisinde çalışmaya başlar. Hiçbir hakiki sebep olmasa da diğer meslektaşlarıyla rekabet eder, onları geçmeye çalışır. Arkadaşlarını müdürlere kötü aktarır, onları suçlar, onları olduklarından başka anlatır…

Bu kişi şayet şirket işbirliğine önem veriyorsa iş hayatında büyük zorluklar yaşayacaktır. Yahut yardıma ihtiyacı olduğunda kendisini yalnız bırakılmış bulacaktır. Belki de sevdiği insanlara; eşine dostuna da bu stratejilerle yaklaşacak ve zamanla onları kaybedecektir….

Şimdi, bu kişinin hakiki anlamda terapiye ihtiyacı vardır. Terapi geçmişte bilinçsizce ve çocuk olarak anlamlı olan etkilere göre oluşturduğu stratejilerinin neler olduğunu ve neye karşı oluşturulduğunu bilip artık bunlara gerek olmadığını görebilmelidir.

Bu stratejiler ve adına çoğunlukla kişilik dediğimiz davranışlar ve inançlar bütünün gerçekten işe yarayıp yaramadığını eğer işe yaramıyorsa da onları değiştirme kararını verme yahut yenilerini oluşturma gücüne kişinin sahip olması gerekir..

Terapi geçmişin üzerimizdeki olumsuz etkilerini silme sürecidir. Geçmiş ve yaşananlar olduğu yerde kalacaktır ancak kör bir güç olarak bilincimizi perdeleyerek bizi içinde bulunduğumuz anın hakikatinden alıkoymayacaktır.

Bunu yapmanın yüzlerce tekniği vardır ancak geçmişimizin oluştuğu anlardaki bilinçsizliğimizin bizi yönetmesine son verme amacı hepsinin ortak paydasıdır.

Bir terapi dallarla değil tohumla uğraşır.

Dalların hepsi tohumdan çıkmıştır. Köklerdedir. Ve köklerde değişim olmadığı sürece aynı dalları ve o dallardaki meyveleri ve çiçekleri vermeye devam edecektir.

Verdiğiniz meyvelerin tadı, kokusu, besleyiciliği ve tohumları sizi tatmin ediyorsa o zaman terapi sizin için gereksizdir.

Ancak rengi iyi ama kokusu, yahut tadı az ise, ya da her şey yerinde ama her içinde taşıdığı tohumlar verimli değilse belki de bir şeyler tamamlanmadan kalmış olabilir.

Küçücük bir çalışma belki de o kaybettiğinizi sandığınız kokuyu yeniden ortaya çıkartacaktır…

Belki tadınızdaki eksik aromayı saklandığı yerden açığa çıkartacaktır…

Ben terapiyi hep barajın kapaklarını açmak olarak görmüşümdür. Su ve enerji zaten mevcuttur. Sadece görünmez barajlar o enerjiyi bir göle çevirip belirli sınırlar içerisinde tutmaktadır.

Suyun yahut enerjinin serbest kalmasıyla ilk anda belki çok aşırı denebilecek akımlar, fırtınalar vs. oluşsa da su, enerji kendi doğal yolundan akmaya başlayacak ve nereye gitmek istiyorsa orya doğru yola koyulacaktır….

Bir terapistin tek görevi tıpanın nerede olduğunu bulmak için kişiye destek olmak ve o tıpayı oradan çekebilmesi için gerekli cesareti toplarken yanında olmaktır…

Bizi Sosyal Medya Hesaplarımızdan Takip Etmeyi Unutmayın