Meditasyon Üzerine Bir Sohbet
Meditasyonla nasıl tanıştınız?
Meditasyonla üniversitenin son yılında aldığım felsefi metinler dersinde okuduğum bir makale vesilesiyle tanıştım. Yıl 1994 idi. Önce kendi kendime sonra da pek çok insanla beraber meditasyonlar yaptım. Halen yapıyorum.
Türkiye’de insanlar meditasyona ilgi gösteriyor mu?
Pek değil. Herkes meditasyonun çağrıştırdığı ve etrafında dolanan pek çok şeyle son derece ilgili ama meditasyonun kendisi bizzat meditasyon yaptıran kişiler dahil kimseyi ilgilendirmiyor maalesef.
Bunun sebepleri nelerdir sizce?
Pek çok sebebi olabilir. En köklülerinden birisi herhalde meditasyonun kültürel olarak Müslüman bir ülkede yanlış çağrışımlarla algılanmasıdır. Ne de olsa Müslümanlık sadece namaz ve birtakım diğer pratikleri içerir. Özünde ise inanç temellidir. Oysa meditasyonda inanç gerekli değildir. Meditasyon doğrudan kişinin hakikati kendi üzerinde tecrübe etmesine dayanır. Bir manada hakikat hakkındaki birtakım söylentilere değil hakikatin kendisine odaklanır. Kişi meditasyonu tecrübe etmeye başlayıp derinleştikçe hakikat kendisini doğrudan kişiye göstermeye başlar.
Bu da özünde din denen kurumsal yapının tamamen gereksiz hale gelmesi demektir.
Dolayısıyla inançlı bir kimse çok derinden bilir ki meditasyon yapacak olursa inançlarına hiçbir ihtiyaç kalmayacaktır… Çünkü bir insan güneşi kendi gözleriyle görebiliyor yahut teninde sıcaklığını hissedebiliyorsa güneşin var olup olmadığına herhangi bir inanç duymasına gerek kalmaz.
Onun var olduğunu bilir. Onu yaşar… O artık kendi var oluşundan ayrı bir şey değildir.
En temel korkulardan birisi herhalde bu derin koşullanmışlık olmalı. İnsan hep doğru olduğunu var saydığı bir şeyin bir anda ortadan kalkıvermesi olasılığından korkar…
Peki, böyle bir olasılık hakikaten var mı? Yani, insan birden kendini meditasyon yaptığında bir boşlukta hisseder mi?
Çok güzel bir soru ve cevabı da basit: Hayır… Çünkü insan meditasyon yapmaya başladığı ilk anda tüm hakikat gözleri önünde birden ortaya çıkıp tüm perdeler birden kalkıvermez… Kişi neyi görmeye hazırsa oradan başlar… Çoğunlukla meditasyona ilk başlayan kişiler pek çok “hoş” ve şaşırtıcı tecrübeler yaşarlar. Bu büyük oranda ruhsallık ve onun etrafında oluşturulmuş hurafelerin etkisiyle bilinçaltının yarattığı yanılsamalardır…
Kişi şayet bu ilk tecrübelere takılır ve onları tekrar tekrar yaşamak isterse meditasyonunu baltalamış olur. Çünkü meditasyon özünde her şeyden özgür olmak demektir ve özgürlük bağımsızlık demektir: Güzel tecrübelerden de kötü olanlardan bağımsızlığı getirir.
Peki, pozitif bir şey olan özgürlük de bağlılık getirmez mi?
Özgürlük illa ki “iyi” yahut “güzel” tecrübeler getirecek demek değildir. Sonuç olarak özgürlük ödülü kendisi olan bir şeydir. Özgürlük bir başka şeyin aracı haline gelirse o aslında bir tür esarettir. Bağılılık yahut bağımlılık özgürlüğün olmaması demektir. Hakikaten özgür kişi tam olarak akış halindedir. Ve akışın kişiyi nereye sürükleyebileceği her zaman kişiye değil akışın yahut hayatın bütününün bileceği iştir…
Bu durum korkutucu değil mi?
Özgür olmayan kişiler için evet öyledir. Zaten meditasyonu pek çok insanın gözünde korkutucu kılan şey tam da budur. Bir önceki maddede bahsettiğim Müslümanlık koşullanmasının engel teşkil etmesinin kökeninde de bu yatar. Tutunmaya çalıştığımız herhangi bir kimlik (Müslümanlık, Hristiyanlık, Budizm yahut Türklük veya ne bileyim Almanlık) kıyıdaki sabit ve göreceli olarak güvenli ama sabit bir daldır… Oysa hayat kesintisiz bir akıştır. Hiçbir zaman sabit değildir.
Ve bizler herhangi bir şekilde güvence aramaya başladığımızda hayatımızı hayatın akışının dışında bir dala sabitlememiz gerekir. Ki tüm mutsuzlukların sebebi de budur: Biz hayatın akışının dışında bir konuda kendimizi sabitleriz. Akışın dışına çıkarız… Hayat gelişmeye ve değişmeye devam ederken biz donup kalmak isteriz. Bu bizi çirkinleştirir ve çürütmeye başlar.
Nasıl ki akışta olan bir su hep duru ve temiz iken sabit ve kapalı bir su birikintisi giderek çürür ve kokuşmaya başlarsa aynı şekilde bizlerin enerjisi de durgunlaşıp bize zarar verir ve bizi kirletmeye başlar…
Bu durumda herkes kendini hemen akışa bırakmalı mıdır? Bunu bilmeyen insanlar nasıl yapacaklar?
Meditasyon tam olarak bunu öğrenme sürecinin adıdır işte. Şayet kendimizi akışa bırakamıyorsak çünkü hiç yüzme öğretilmediyse, su üstünde nasıl kalabileceğimizi bilmiyorsak bu durumda yapmamız gereken şey yüzme öğrenmektir: Doğrudan kendimizi akışa bırakmak sel sularına kapılıp boğuluvermek demek olacaktır…
Yapılması gereken şey daha önce akışa kendini bırakmış ve bunun nasıl yapılacağını bilen tecrübeli üstatların tecrübelerinden yararlanmaktır. Bu kişilerden bazıları bizlere bunu nasıl yapacağımızı gösterecek teknikler geliştirmiştir.
Adına meditasyon dediğimiz süreç tam olarak bu üstatların bizlere bıraktığı akışa katılma egzersizleridir…
Peki, başka başka üstatlar değişik yüzme yani meditasyon teknikleri mi öğretmişlerdir?
Elbette. Buda’nın öğrettiği teknik ile günümüzün Budası olan Osho’nun teknikleri özünde aynı işleve sahip olsalar da taban tabana zıt gibi gelir.
Nasıl? Biraz açabilir misiniz?
Elbette açabiliriz: Bu amaçla buralara kadar gelmiş bulunuyorum. Zevkle bu konudan bahsedebilirim.
Buda döneminde insanlar farklıydı herkesin bildiği üzere. Daha doğrusu insanların koşullanmaları farklı idi, yoksa insan özünde hiç değişmemiştir. Zaten öyle olmasa meditasyon on binlerce yıldır yapılmıyor olurdu… Meditasyonun kendisi sabit olmasına rağmen teknikler değişmektedir. Bunun sebebi de koşullanmaların değişmiş olmasıdır.
Kilit değiştiğinde anahtarı mı değiştirmek daha akıllıcadır yoksa toptan kapıyı mı değiştirmek?
İnsanlık değiştiğinde onu açacak anahtarı o insanlara uydurmak daha doğrudur.
Buda zamanındaki insanlar doğanın içinde yaşıyordu ve ortada nükleer silahlar ve toplu ölüm olasılıkları vs. yoktu… Herkes doğaya maksimum uyum halinde yaşamaktaydı.
Zaman algısı insanların çok farklıydı. Daha kısa olan insan ömrü insanlarda bu yüzden bir baskı oluşturmuyordu… İnsanların saatlerce oturması ve kıpırdamaması kolay anlaşılır ve uygulanabilir bir şeydi…
Oysa artık insanların ömrü iki üç katına da çıkmış olsa yapılacak çok şey olduğundan yetmiyor. Kimse günlerce kıpırdamadan durmayı aklına bile getiremiyor…
İnsanların zihinlerine hiç olmadığı kadar çok bilgi yağıyor… Bunlarla nasıl baş edebileceğimizi bilmiyoruz.
Daha doğrusu bilmiyorduk.
Buda’nın yöntemiyle oturup da zihnimizi izlediğimizde göreceğimiz şey korkunç olacaktır…
Bu zihnin farkında olmak dahi delirdiğimizi düşünmemize sebep olacaktır…
Bu nedenle zihnimizi izlemeden evvel içindekileri rahatlatmanın, boşaltmanın bir yolunu bulmayız… Aksi halde izlediğimiz şey bizi, meditasyondan da kendimizi tanıma düşüncesinden de uzağa fırlatacaktır…
Böyle teknikler var mı?
Evet, var. Artık var. Yakın zamana kadar meditasyon denince sadece akla sabit oturup kıpırdamadan durmak gelirdi.
Osho’nun yarattığı çağdaş meditasyon teknikleri çağdaş insanların ihtiyaç duyduğu özelliklere sahiptir.
Aktif meditasyon teknikleri olarak adlandırılabilecek bu teknikler sayesinde insan meditasyon tecrübe etmek için yıllarca uğraşmak zorunda kalmadan en derin meditasyon hallerine ulaşabilmektedir.
Bu nasıl oluyor?
Az önce de belirttiğim gibi önce içimizdeki pek çok sıkışıklık yaratan ve aklımızı delirecek kadar aktif hale getiren şeyleri çeşitli teknikler kullanarak dışa vuruyor ve sistemimizde bastırmış olduğumuz yerden su yüzüne çıkmasını sağlıyoruz. İfade edildiğinde bu enerjiler bizde etki yaratmazlar. Basitçe sıyrılıp giderler… Bizler rahatlamış zihnimizle boşalmış enerjinin içine girip onu tecrübe edebiliriz.
Tüm bu yapılanlar boşluğu tecrübe etmek için mi yapılıyor?
Evet. Tamamen öyle. Fizikçilerin bulguladığı bir şey var. Madde denen şey aslında sadece çok hızla titreşen bir enerjiden ibarettir. O kadar hızlı titreşmektedir ki tüm atomlar ve alt parçacıkları, biz onları katı zannederiz. Hatta bir atomun çekirdeği o kadar küçüktür ki aradaki boşlukla kıyaslandığında neredeyse yok denebilir.
Ama maddeler var gibi görünür bize. Onlara dokunabiliriz vs. Aslen yaptığımız şey, gözlerimize sadece madde gibi görünen bir dünya ile temas kurduğumuz yanılsamasıdır.
Aslen olan şey bir boşluk öteki boşluğa yaklaşmaktadır. Ve en anormal olan şey şudur ki aslında bir atom ile öteki atom birbirine hiç dokunmaz…
Asıl olan boşluktur. Fiziksel evrende bile bu böyledir.
Bizim varlığımız aslında bir boşluktan ibarettir.
Meditasyon maddenin yanılsama olduğunu keşfetmekle ilgili bir süreçtir.
Ve tahmin edin: Kaybedeceğimiz yahut ortadan yok olduğunu tecrübe edeceğimiz ilk şey kendi bedenimiz ve varlığımız…
Çok ilginç, peki bu tam olarak nedir? Nasıl anlamış değilim.
Sizi anlıyorum. Bunu anlatmak değil yaşamak gereklidir. Meditasyon bunun için vardır: Sonsuz enerji okyanusunda bir damla olarak eriyip o okyanus olmaktır…
Bu nedenle kimse meditasyon yapmak istemiyor gibi görünüyor. Kim bile bile kendini yok etmek ister? Kim yaşarken ölmek ister?
Varlığının gerçek olduğuna inanmak isteyen kimse meditasyona istekli olmayacaktır.
Ama hayatta olmamızın esas sebebi bunun böyle olduğunu tecrübe etmek olduğundan içten içe meditasyonun doğru bir şey olduğunu biliriz. Ama uygulamaya geldiğinde binlerce mazeret yaratır dururuz. Hep sonra yapılacak bir şeydir meditasyon…
Anladığım kadarıyla meditasyon ilk başlangıç noktası değil bu durumda… Kimler için uygundur meditasyon?
Meditasyon kimler için uygundur sorusunun doğru soru olduğundan emin değilim. İzninizle sebebini açıklayayım. Meditasyon dediğinizde tek bir yoldan yahut teknikten bahsederseniz sorunuzun bir anlamı olabilir oysa bu böyle değildir.
Doğru soru aslında kişi kendisi için doğru meditasyonu nasıl keşfedebilir olabilirdi mesela…
Evet, esas mesele budur. Ben kalkıp çok sakin, dingin, içine dönük bir kimseye son derece aktif bir meditasyon verirsem gereksiz yere bir enerji kaybı yaratmış olabilirim.
Aynı şekilde zihni aşırı aktif ve duygusal karmaşa içerisinde bir kimseye kalkıp izleme ve pasiflik içeren bir meditasyon verirsem o kişi meditasyon, bana uygun değildir diyecektir…
Ama haklı olduğunuz bir yan yok değil: Günümüzde insanların meditasyona başlamadan evvel bazı terapi süreçlerine katılmalarında büyük fayda olabilir.
Örneğin nasıl şeyler?
Aslında psikoloji alanında da bu yönde pek çok gelişme söz konusu son yıllarda: Giderek daha çok insan beden-zihin-ruh bütünlüğünü içeren yaklaşımların anlamlı olduğunu anlamaya başlıyor ve bu teknikler geliştiriliyor…
İnsanı sadece beden, sadece ruh yahut sadece zihinden ibaret sanan yaklaşımlar etkili olamıyorlar.
Bütün insanı hedefleyen her türlü grup çalışması sonuçta meditasyona doğru insanı hazırlamış olacaktır. Ama sorun şudur: Böyle sistemler ve yaklaşımlar çok da fazla değildir. En azından herkesin üzerinde hemfikir olduğu türden yaklaşımlar o kadar da fazla değildir.
Üniversitelerde öğretilen teknikler elbette uzun yıllardır denenmiş ve binlerce makale üzerinde yayınlanmış teknikler olmak zorundadır. Oysa yaşamın hızı on yılda dahi insanların değiştiğini ve farklılaştığını gösterirken, her gün dünya daha fazla globalleşirken ve tüm kültürler büyük bir hızla iç içe geçerken nasıl 30 yıl önce ortaya atılmış teknikleri günümüz insanına uyarlayacaksınız?
Ben burada çok büyük eksiklik ve sıkıntı görüyorum.
Etrafınıza bir bakın. Ne kadar çok insan içine doğdukları dinlerin dışındaki ruhsal yönelimlere kendilerini açık hissetmeye başladı son on yılda?
Eminim pek çok örnek sayabilir tek bir kişi bile…
İnsanın beklentisi ve yönelimi ve çıtası sürekli yükselirken üniversitedeki bilgi üretim hızı insanın değişim potansiyeli önünde engel teşkil eder hale geldi.
Bu nedenle insanlar bilimsel veriler taşımasa da teknikler geliştirmeye devam etmektedir.
Pek çok teknik var bu şekilde: Örneğin Aile Dizilimi denen bir teknik var ve ailenin ve sosyal grupların enerjisi üzerinden çalışılıyor. Muazzam bir tekniktir.
Ayrıca pek çok nefes ve beden terapisi söz konusudur.
Tek tek burada bahsetmek zor olduğundan ben uzmanı olduğum nefes tekniklerinden bahsedebilirim.
Lütfen. Nedir nefes terapileri?
Nefes terapisi doğduğumuzda doğal olarak sahip olduğumuz normal nefesimizi kaybetmemiz yüzünden yapmamız gerekli olan bir şeydir. Büyürken çevremizdeki değer yargılarıyla koşullandırılmaya başlarız. Bir çocuk olarak çok fazla enerjimiz varken bu enerji çevremizdeki ve hayatımızın tabi olduğu yetişkinlere çok gelir.
Biz tüm enerjimizi dışa vururken etraftan sınırlanmaya başlarız… Bu süreçte doğal nefes döngülerimiz sekteye uğrar ve biz giderek çevremizin izin verdiği şeylere yetecek kadar yüzeysel nefes almaya başlarız.
Oysa yaşam nefes almak demektir. Hayatın daha azını içimize çekmeye başlarız.
Hatta sıkıntılarımız büyüdükçe “nefes” niyetine başka türden dumanları içimize çekerek esas eksikliği gidermeye çalışırız…
Sigara gibi mi?
Tabii. Hatta onunla da sınırlı değil. Başka başka maddeleri içimize ekip rahatlamak isteriz. Oysa hepimizi yaşatan nefes yeterlidir. Hatta kimi yogiler sadece nefes ile besin almaksızın var olduklarını iddia etmektedirler…
O kadar ileri gitmemize gerek olmayabilir. Sadece bize her zaman sunulan bu muazzam yaşam kaynağı nefesi bedenimizin en derin noktalarına kadar alabilelim…
Bu bizim doğal olarak bildiğimiz ve sahip olduğumuz bir nitelik ve bir nefes terapisti sadece doğal halimize dönmemize yardım eden kişidir.
Nasıl?
Belirli bir teknikle nefes alıp vermeye başlıyoruz. Uzanarak ve bu nefes alışverişi bizi, zihnimizin ve dolayısıyla tüm koşullanmışlıklarımızın ötesindeki hakiki duygularımızla baş başa bırakıyor. Ve bu sayede bastırılmış duygular ve enerji blokları bedenden özgürce akmaya başlıyor…
Bir nevi “şeytan çıkartma”
İçimizde dura dura korkunç hale gelmiş enerji dışarı çıkıyor…
Dışarı çıkan bastırılmış duygu ve enerjiler içimizde tertemiz ve akışa izin verecek bir boşluk yaratıyor… Meşhur boşluğumuzla yine karşı karşıya kalıyoruz…
Bu boşlukta meditasyon gerçekleşiyor… İçimizde hiç içine girip neler atmışız buraya demediğimiz bodrum var. Ve orası artık iyice karanlık, loş ve kötü kokular yayıyor…
Modern insan doğal halini bastırmaya çalışan insan demektir. Ve bastırıp aşağıya ittiğimiz her şey orada basınç yaratıyor…
Nefes bu bodruma inmemize ve oradaki kapıları pencereleri açmamıza yarayan anahtar… Bir kez içeriye ışık ve güneş girmeye başladığında neyin nerede olduğunu görebilir ve ihtiyaç duymadığımız şeyleri oradan alıp dışarı çıkartabilir, onlardan özgürleşebiliriz.
Bodrumun korkutuculuğu karanlıkta kalmış olmasındandır.
Nefes ile ışık varlığımızın en karanlık noktalarına kadar erişmeye başlar.
Anlaması biraz zor gözüküyor…
Haklısınız yaşamadan sözlerle anlatılması oldukça zor bir süreç. Sadece şunu bilmek yeterli olabilir: Nefes ruhumuzla bedenimiz yani ahiretle bu dünya arasındaki köprüdür. Nefesle iki dünyayı tek yapabilir ve aynı anda tecrübe edebiliriz.
Yaşam demek canlılık demek aslında tam da budur: Cansız olan maddi bedenin yaşamla dolu olması nasıl mümkündür?
Elbette nefesle mümkündür. Nefes durduğunda bu beden dağılıp parçacıklarına ayrılır. Bu dünyada kalan kısmı parçalara ayrılıp çürür ve başka canlıların yapıtaşları olarak yeniden can yani nefes bulur… Bu böyle sürer gider…
Ama ruhun ve bedenin bir aradalığı sadece nefesle mümkündür.
Nefesimizin farkındalığı ruhumuzun farkına varmamız demektir.
Ölümlü bedenimizde ölümsüzlüğü tecrübe etmektir nefesi fark etmek, onu yaşamak…
Sağlık da, mutluluk da, sevinç de, huzur da bununla, yani aslında ölümsüz olduğumuzun farkında olmakla alakalıdır.
Yoksa bilincimizin alt düzeylerinde hep bir gün “yok olacağımız” duygusu içten içe bizleri kemirmektedir.
Ve ölüm her an daha da yaklaşmaktadır.
Maalesef günümüzdeki insanların en büyük sorunu zamanın hızla azalmakta olduğu ve yapılacak çok şey olduğu bilgisiyle hayatı anlamaya çalışmasıdır.
Bu durumda her şey mubah gibi gelmektedir. Hırslanabilir pek çok insanı kendimiz hatta sevdiğimiz pek çok kişiyi de üzebilir şehvet ve güç için incitebiliriz…
Çünkü hayat kısadır ve bunlar bizim en büyük tecrübeyi yaşayabilmemiz için engeldir…
Bu psikolojiyle tüm dünyanın kaynaklarını tüketmek üzereyiz ve acilen aslında kim olduğumuzu bilmeye, bunu en azından araştırmaya başlamaya ihtiyacımız var.
Bu sayede biraz rahatlayabilir ve hayatımızın ve çevremizdeki muazzam canlılığın tadını çıkartabiliriz.
Yoksa insanlığın bir süre sonra kendisini yok etme yahut çok zor durumda kalma olasılığı çok yüksektir…
Sangeet Erdoğan Şemsiyeci